Babam, 50’li yıllarda Paşabahçe’ye girmiş bir camcıydı.
El imalat ustasıydı.
Çocukluğumuz boyunca anlattıklarından biri şu “pirinç” hikâyesiydi ki; kendisi de fabrikada öğrenmişti:
Almanya’nın büyük fabrikalarından birinde bazı işçiler; “israf” suçlamasıyla kendilerini işten atan patronlarını mahkemeye veriyorlar. Umdukları olmuyor, davayı kaybediyorlar. Çünkü patronları; bu işçilerin tabaklarında pirinç bıraktıklarını ispat ediyor. Ve her işçi tabağında birkaç pirinç tanesi bıraksa, ne kadar zamanda kaç çuval pirincin çöpe atılacağını anlatıyor...
Bu hikâye ne kadar tesir etmişti bize, bilemiyorum. Ama hiçbirimiz, hiçbir zaman tabaklarımızda yiyecek bırakmazdık.
Sonradan, tabağa alınan yemeği bitirmenin, sıyırmanın Sevgili Peygamberimizin sünneti olduğunu da öğrenmiştik.
Hikâyenin bu şeklini de okudum:
50’li yıllar, Menderes Hükümeti bir dizi kalkınma programı hazırlıyor...
2. Dünya Savaşı’nda mahvolan, fakat sonra büyük bir hızla kalkınmayı beceren Almanya’nın Ekonomi Bakanı da, konferans vermek üzere ülkemize davet ediliyor.
Büyük bir otelde yemeğe gidiliyor.
Gelen çorbayı Alman bakan bitirirken, bizimkiler ikişer kaşık alıp iade ediyorlar.
(O yıllara kadar “tabağı bitirmek görgüsüzlüktür” fikri öğretilmektedir!)
Ardından yemek geliyor, aynısı oluyor. En son pilavlar da yarım bırakılırken;
“Durun! Diyor adam... Lütfen hepiniz, tabağınızda bıraktığınız pirinç tanelerini sayın!”
“Şimdi bu rakamları Türkiye nüfusunun yarısıyla çarpın!..”
Şaşkın haldeki bürokrat ve politikacılarımızın önündeki kâğıtlarda, elbette korkunç rakamlar toplanıyor.
Alman Ekonomi Bakanı ise, cümlesini;
“Türk Milleti her yıl bu kadar israf yaparken, ben size ne söyleyebilirim?..
Biz, Almanlar ise olağanüstü bir iş yapmadık. Sadece kaynaklarımızı iyi kullandık ve israf etmedik!” diyerek bitiriyor!..........(alintidir)