Parka girdiğimde, susuzluktan dilim damağıma yapışmıştı. Öyle yorgun, öyle bitkin düşmüştüm ki, gördüğüm ilk boş banka atıverdim kendimi. İki adımlık yol yürümeyle bile tükenmiş, dizlerimin bağı çözülmüştü. Başım dönüyor, kalbim bir acayip atıyordu. Gözlerimi kapatıp bir süre hiç kımıldamadan oturdum. Bu arada derin derin nefes alıp veriyor, kendime gelmeye çalışıyordum.
Bol oksijen solumayı umarak havayı tekrar içime çektiğimde aldığım kokuyla gözlerim birden faltaşı gibi açılıverdi. Az ötemde bir kadın, kucağında duran torbadan çıkarttığı paketi açmış, arpa şehriyeli pilâvın içine minik parçalara bölerek karıştırdığı köfteleri sokak kedilerine ikram ediyordu. Üst üste yutkunduğumu fark ettim. Ağzıma sular dolmuştu. O tarafa bakmamaya çalışıyordum ama kendimi ne kadar zorlasam da yine gözüm kayıyordu, engel olamıyordum. Başımı çevirdim, olmadı. Arkamı dönemediğim için banka yan oturdum, olmadı. Midem isyanlardaydı ve ‘bana da, bana da’ diye bas bas bağırıyordu. Her yanımı ter basmıştı. Daha fazla dayanamayıp kalktım, ilerideki başka bir banka geçtim. Köfteler, pilâv, iyi kalpli kadın ve şanslı kediler artık görüş alanımın dışındaydılar. Nefesimi de kontrol edebilirsem sorun kalmayacaktı ama nasıl yapacaktım bunu? Dirseklerimi dizlerime dayayarak ellerimle yüzümü kapattım. Elim ayağım titriyordu. Ağlamak üzereydim.
Şu yaşadıklarımdan nefret ediyor, düştüğüm durumdan utanç duyuyordum.
Koskoca şehrin göbeğinde varlığını sürdüren sağlıklı –hayır, sağlığı bozulmak üzere olan- bir gençtim. Olanlara ve kendime inanamıyordum. Ne yapacaktım, nasıl kurtulacaktım bu açlıktan, sefillikten? Her işi yapmaya razıydım, ne olursa olsun her işi, ama yoktu. Nereye gittiysem elim boş döndüm, kimden iş istediysem yüzüme ağlamaklı gözlerle bakıp başını iki yana salladı, kiminle konuştuysam bin ah işittim. Yine de onlar benden daha şanslılardı; en azından, az da olsa erzaklarının geldiği, ileride dönebilecekleri bir köyleri, toprakları vardı. Oysa ben, bu devasa kentte kaybolmuştum; gidecek hiçbir yerim yoktu; ne bir köyüm, ne de bir avuç balçık parçası. Aslına bakarsanız, nüfus kayıtlarına göre tüm İstanbulluyla hemşeriydim, sayamayacak kadar köyüm, köylüm vardı ve buna rağmen kazara dünyaya düşmüş bir uzaylı gibi trajikomik bir şekilde yapayalnızdım işte. Oysa diğer insanların en küçük bir olumsuzlukta bile yardımlarına koşacak, dertlerine derman, yaralarına merhem olacak, olamasalar da el birliğiyle bir çare arayacak hemşerileri, köylüleri vardı; birbirlerine destek oluyorlardı. Ya benim, benim kimim vardı? ..........devami 2 de
Bol oksijen solumayı umarak havayı tekrar içime çektiğimde aldığım kokuyla gözlerim birden faltaşı gibi açılıverdi. Az ötemde bir kadın, kucağında duran torbadan çıkarttığı paketi açmış, arpa şehriyeli pilâvın içine minik parçalara bölerek karıştırdığı köfteleri sokak kedilerine ikram ediyordu. Üst üste yutkunduğumu fark ettim. Ağzıma sular dolmuştu. O tarafa bakmamaya çalışıyordum ama kendimi ne kadar zorlasam da yine gözüm kayıyordu, engel olamıyordum. Başımı çevirdim, olmadı. Arkamı dönemediğim için banka yan oturdum, olmadı. Midem isyanlardaydı ve ‘bana da, bana da’ diye bas bas bağırıyordu. Her yanımı ter basmıştı. Daha fazla dayanamayıp kalktım, ilerideki başka bir banka geçtim. Köfteler, pilâv, iyi kalpli kadın ve şanslı kediler artık görüş alanımın dışındaydılar. Nefesimi de kontrol edebilirsem sorun kalmayacaktı ama nasıl yapacaktım bunu? Dirseklerimi dizlerime dayayarak ellerimle yüzümü kapattım. Elim ayağım titriyordu. Ağlamak üzereydim.
Şu yaşadıklarımdan nefret ediyor, düştüğüm durumdan utanç duyuyordum.
Koskoca şehrin göbeğinde varlığını sürdüren sağlıklı –hayır, sağlığı bozulmak üzere olan- bir gençtim. Olanlara ve kendime inanamıyordum. Ne yapacaktım, nasıl kurtulacaktım bu açlıktan, sefillikten? Her işi yapmaya razıydım, ne olursa olsun her işi, ama yoktu. Nereye gittiysem elim boş döndüm, kimden iş istediysem yüzüme ağlamaklı gözlerle bakıp başını iki yana salladı, kiminle konuştuysam bin ah işittim. Yine de onlar benden daha şanslılardı; en azından, az da olsa erzaklarının geldiği, ileride dönebilecekleri bir köyleri, toprakları vardı. Oysa ben, bu devasa kentte kaybolmuştum; gidecek hiçbir yerim yoktu; ne bir köyüm, ne de bir avuç balçık parçası. Aslına bakarsanız, nüfus kayıtlarına göre tüm İstanbulluyla hemşeriydim, sayamayacak kadar köyüm, köylüm vardı ve buna rağmen kazara dünyaya düşmüş bir uzaylı gibi trajikomik bir şekilde yapayalnızdım işte. Oysa diğer insanların en küçük bir olumsuzlukta bile yardımlarına koşacak, dertlerine derman, yaralarına merhem olacak, olamasalar da el birliğiyle bir çare arayacak hemşerileri, köylüleri vardı; birbirlerine destek oluyorlardı. Ya benim, benim kimim vardı? ..........devami 2 de