Ben de! Allah kahretsin! Ben de!
Aradan iki gün mü geçti, üç mü; yalan olmasın, bakketten çıktım eve gittim. Ninemi doyurup Betül’e gideceğim. Nah gideceğim. Eve bir girdim, ilk adımda zınkadanak kaldım. Bizim Filiz, hani şu manikürcü, benim öteki, ninemin yatağının kenarına oturmuş, bir muhabbet bir muhabbet!
“Ne işin var senin burada!” diye çıkıştım. O hiç oralı olmadan kalkıp beni karşıladı, “aman da kimler gelmiş, kimler gelmiş” diye. Yüzsüz! Elinin körü gelmiş.
Ufacık tefecik de oradan “doğru konuş, köpek!” demez mi! Benim karizma anında yerlerde tabii!
Bu yetmezmiş gibi bir baktım, Betül’ün tarak Filiz’in saçlarda değil mi! Delireceğim! Filiz’in kafaya bir plonje, yola yola aldım saçlarından tarağı. Ben bağırıyorum, Filiz bağırıyor, ninem bağırıyor. Hep bir ağızdan ciyaklıyoruz, kimse kimseyi dinlemiyor. Tam bir curcuna.
Sonunda yorulup sustuk. Ninem, “ne aldın saçlarından kızın tarağını, deli!” diye söylendi.
“Nereden onun oluyormuş be!” diye bağırdım haklı olarak.
“Onun!” dedi bizimki inatla, “ben verdim.”
“Ne! Sen mi verdin? Kimin malını kime veriyorsun be!”
“Kendi malımı gelinime veriyorum!”
“Ne? Ne? Neeee!”
Ağzımdan başka laf çıkmıyordu. Habire neleyip duruyordum. Kadına bak sen! Hem elin malını mallanıyor, o yetmezmiş gibi kıçı kırık bir kıza hediye ediyor hem de..... gelinim lafı da nereden çıktı yav? Ne dedi bu kadın? Nasıl yani?
Ben afallamış, salak salak bir ona bir ötekine bakarken Filiz sırnaşa sırnaşa gelip kulağıma “sürpriiiiz! Baba oluyorsun şekeeer!” demez mi!
Allah’ım, Allah’ım! Ölmek istiyorum! Duydun mu Allah’ım? Ölmek istiyoruuuum! Ölmeeek! Ölmeeeek! Ölmeeeek!
O akşam Betül’e filan gidemedim tabii. “Oturup ciddi ciddi konuşalım bakalım.” dedim evin erkeği olarak. Erkekliğin onda dokuzu kaçmakmış ya ben kaçamıyorum ki, anasını satiiim. Elim kolum bağlı. Bari şu onda biri öyle bir uygulayayım ki, diye düşündüm bir umutla, belki kız kaçar. Ne gezeeeer! Filiz, yapıştıkça yapışıyor. Hayır, odama gidip Betül’ün diğer mallara bakayım diyorum ama kız bırakmıyor ki! Her saniye ense kökümde!
Bir ara ninem bastonuna uzanıyor. Ha, belli ki tuvalet ihtiyacı geldi. “Yardım ediver” diye hırlıyorum Filiz’e. “A, tabii hayatım. Hemen.” diye fırlıyor salak, yaranacak ya... Onlar helaya, ben odaya.
Hemen şilteyi kaldırıp malları çıkartıyorum. Ana! Tarak burada! Ama nasıl olur? Ama.... ama.... A a aaaaa! Olamaz! Emektar, bizim ufacık tefecik miymiş yani? Hadi yaaa! Bu kadarına da yuh yani! Film mi çeviriyoruz! Ah! Ahretlik de anneannem, kızı da annem! O- ha yani, o-ha! İnanamıyorum. Böyle bir film seyretsem ağzımı bırakır, başka yerlerimle gülerim be! N’oluyoruz!
N’olucaz? Ayvayı yiyoruz!
Gecenin ilerleyen saatlerinde ninem, “bak oğlum” diyor, “hakkımı helal etmem. Anacığın da sağ olsaydı aynı şeyleri söylerdi. O kız, karnında senin yavrunu taşıyor.”
“Hallederiz.” diyorum ters ters.
“Tü Allah belanı versin! Kendi çocuğunun katili mi olacaksın!” diye bağırıyor dehşetle. İçim cız ediyor. “Nine, ben Filiz’i sevmiyorum” diye inliyorum. “Acı bana!”
“Sana iblisler acısın, serseri!” diye bağırıyor. “Sevmiyordun da niye aldın koynuna!”
Ne diyeyim şimdi? Bana iş buldu da ondan.... Geri zeka! Ben, ben! Başka kim olabilir!
Tarağı soruyorum; Betül’ün anlattıklarını bir de ninemden dinlemiş oluyorum böylece. İnanılmaz!
Ooooof! Of! İki ucu boklu değnek! Ne halt edeceğim ben şimdi?
Betül’e de gitmiyorum kaç gündür. O da beni aramıyor. Nasıl arasın kız? Ne yerimi biliyor, ne yurdumu. O hazin hikayeyi de anlatmadım. Atlata atlata bir hal oldum. Yani beni arayacağı, soracağı bir yer yok. Sarı Çizmeli Mehmet Ağa!
Ya, ben n’apıcam? Akıl verecek bir Allah kulu yok mu? Kime anlatabilirim ki zaten olanları?
Günlerce kafayı kastım anlayacağınız.
Bir gün nineme dedim ki, “bak güzelim, sen bana ver o tarağı, ben de Filiz’le evleneyim. Anlaştık mı?”
“Olmaz” dedi, “o, kızımın.”
“Yahu nine, elde avuçta bir kuruş yok, neyle evleneceğiz? Evlen evlen demesi kolay. O kadar istiyorsan verirsin tarağı, satar evleniriz.”
Hımlaya hımlaya düşündükten sonra “ e, iyi madem” dedi gönülsüz. Hemen aklıma Betül’ün annesi geldi. Kadının içi o zaman nasıl yandıysa ninemin yüzünden, ninemin de şimdi öyle yanıyordu, kesin. Eh, etme bulma dünyası bu dünya. Öteye fazla hesap kalmıyor. Bana bakın, anlarsınız.
Daha fazla bu işkenceye dayanamayıp ‘ne olacaksa olsun artık’ deyip Betül’e gittim. Kapıyı açar açmaz boynuma atladı canım.
“Nerelerdeydin? Öldüm meraktan? Başına bir şey mi geldi dedim. Yoksa hasta mı?”
“Hastaydım güzelim. Tamamen iyileşmeden gelmek istemedim, sana da geçirmeyeyim diye.”
“Bari bir telefon etseydin be aşkım!”
“Ateşler içinde yatarken mi?”
“Oooo! Oooo! Kıyamaaaam!”
O gün, sevişirken neler hissettiğimi anlatamam.... Allah düşmanıma vermesin.
Sigaralarımızı içtikten sonra “daha tam iyileşememişim demek ki. Yoruldum. Biraz kestirelim mi?” dedim.
“Olur” dedi mayışık mayışık. “Ben de seni düşünmekten doğru dürüst uyuyamadım kaç gecedir.”
Hemencecik de daldı gitti canım. Bir süre onu seyrettim. Gözyaşlarıma engel olamıyordum. Kendimi bıraksam bağıra böğüre ağlayacak kadar üzgün, yıkılmış, perişandım. Usulcacık yataktan sıyrıldım. Üstümü başımı toplayıp pantolonumun cebindeki bir çift antika tarağı aynanın önüne bıraktım. Uyanmasından korktuğumdan sevdiğimi son bir kez öpemeden odadan ve evden bir daha hiç gelmemek üzere çıktım.
Sarayburnu, tüm melekler, tüm âşıklar, annemin ruhu o gece benim için ağladılar, eminim.
Oooof! Of!
Şimdi nerede miyim? Hamamda. Yarın nikahım var, Filizle. Sizi de davet etmem gerekir, biliyorum ama ne olur kusura bakmayın; hiç içimden gelmiyor. Mutlu değilim ki!
Ah, sağolun. İyi dilekleriniz için çok sağolun. Evet, öyle derler. Göreceğiz bakalım, nikahta keramet mi var, felaket mi, göreceğiz.
Nerede kaldı bu tellak? Haydar Efendiiii! Haydar Efendiii! Hadisene ya!
Haydar Efendi, beni öyle bir kesele ki, ufalanıp ufalanıp yerlere döküleyim. Akıp gideyim göbek taşından, karışayım boklara. Öyle pislik herifim ben Haydar Efendi! Öyle boktan! Ha gayret! Yok et beni, Haydar Efendi! Yarını yaşatma bana, yok et! Yalvarırım Haydar Efendi, n’olur yok et!
Allah kahretsin! Yok etsene be adam!
Ha? Ne? Ruhuma kese atamaz mısın?
Beceriksiz herif!
Aradan iki gün mü geçti, üç mü; yalan olmasın, bakketten çıktım eve gittim. Ninemi doyurup Betül’e gideceğim. Nah gideceğim. Eve bir girdim, ilk adımda zınkadanak kaldım. Bizim Filiz, hani şu manikürcü, benim öteki, ninemin yatağının kenarına oturmuş, bir muhabbet bir muhabbet!
“Ne işin var senin burada!” diye çıkıştım. O hiç oralı olmadan kalkıp beni karşıladı, “aman da kimler gelmiş, kimler gelmiş” diye. Yüzsüz! Elinin körü gelmiş.
Ufacık tefecik de oradan “doğru konuş, köpek!” demez mi! Benim karizma anında yerlerde tabii!
Bu yetmezmiş gibi bir baktım, Betül’ün tarak Filiz’in saçlarda değil mi! Delireceğim! Filiz’in kafaya bir plonje, yola yola aldım saçlarından tarağı. Ben bağırıyorum, Filiz bağırıyor, ninem bağırıyor. Hep bir ağızdan ciyaklıyoruz, kimse kimseyi dinlemiyor. Tam bir curcuna.
Sonunda yorulup sustuk. Ninem, “ne aldın saçlarından kızın tarağını, deli!” diye söylendi.
“Nereden onun oluyormuş be!” diye bağırdım haklı olarak.
“Onun!” dedi bizimki inatla, “ben verdim.”
“Ne! Sen mi verdin? Kimin malını kime veriyorsun be!”
“Kendi malımı gelinime veriyorum!”
“Ne? Ne? Neeee!”
Ağzımdan başka laf çıkmıyordu. Habire neleyip duruyordum. Kadına bak sen! Hem elin malını mallanıyor, o yetmezmiş gibi kıçı kırık bir kıza hediye ediyor hem de..... gelinim lafı da nereden çıktı yav? Ne dedi bu kadın? Nasıl yani?
Ben afallamış, salak salak bir ona bir ötekine bakarken Filiz sırnaşa sırnaşa gelip kulağıma “sürpriiiiz! Baba oluyorsun şekeeer!” demez mi!
Allah’ım, Allah’ım! Ölmek istiyorum! Duydun mu Allah’ım? Ölmek istiyoruuuum! Ölmeeek! Ölmeeeek! Ölmeeeek!
O akşam Betül’e filan gidemedim tabii. “Oturup ciddi ciddi konuşalım bakalım.” dedim evin erkeği olarak. Erkekliğin onda dokuzu kaçmakmış ya ben kaçamıyorum ki, anasını satiiim. Elim kolum bağlı. Bari şu onda biri öyle bir uygulayayım ki, diye düşündüm bir umutla, belki kız kaçar. Ne gezeeeer! Filiz, yapıştıkça yapışıyor. Hayır, odama gidip Betül’ün diğer mallara bakayım diyorum ama kız bırakmıyor ki! Her saniye ense kökümde!
Bir ara ninem bastonuna uzanıyor. Ha, belli ki tuvalet ihtiyacı geldi. “Yardım ediver” diye hırlıyorum Filiz’e. “A, tabii hayatım. Hemen.” diye fırlıyor salak, yaranacak ya... Onlar helaya, ben odaya.
Hemen şilteyi kaldırıp malları çıkartıyorum. Ana! Tarak burada! Ama nasıl olur? Ama.... ama.... A a aaaaa! Olamaz! Emektar, bizim ufacık tefecik miymiş yani? Hadi yaaa! Bu kadarına da yuh yani! Film mi çeviriyoruz! Ah! Ahretlik de anneannem, kızı da annem! O- ha yani, o-ha! İnanamıyorum. Böyle bir film seyretsem ağzımı bırakır, başka yerlerimle gülerim be! N’oluyoruz!
N’olucaz? Ayvayı yiyoruz!
Gecenin ilerleyen saatlerinde ninem, “bak oğlum” diyor, “hakkımı helal etmem. Anacığın da sağ olsaydı aynı şeyleri söylerdi. O kız, karnında senin yavrunu taşıyor.”
“Hallederiz.” diyorum ters ters.
“Tü Allah belanı versin! Kendi çocuğunun katili mi olacaksın!” diye bağırıyor dehşetle. İçim cız ediyor. “Nine, ben Filiz’i sevmiyorum” diye inliyorum. “Acı bana!”
“Sana iblisler acısın, serseri!” diye bağırıyor. “Sevmiyordun da niye aldın koynuna!”
Ne diyeyim şimdi? Bana iş buldu da ondan.... Geri zeka! Ben, ben! Başka kim olabilir!
Tarağı soruyorum; Betül’ün anlattıklarını bir de ninemden dinlemiş oluyorum böylece. İnanılmaz!
Ooooof! Of! İki ucu boklu değnek! Ne halt edeceğim ben şimdi?
Betül’e de gitmiyorum kaç gündür. O da beni aramıyor. Nasıl arasın kız? Ne yerimi biliyor, ne yurdumu. O hazin hikayeyi de anlatmadım. Atlata atlata bir hal oldum. Yani beni arayacağı, soracağı bir yer yok. Sarı Çizmeli Mehmet Ağa!
Ya, ben n’apıcam? Akıl verecek bir Allah kulu yok mu? Kime anlatabilirim ki zaten olanları?
Günlerce kafayı kastım anlayacağınız.
Bir gün nineme dedim ki, “bak güzelim, sen bana ver o tarağı, ben de Filiz’le evleneyim. Anlaştık mı?”
“Olmaz” dedi, “o, kızımın.”
“Yahu nine, elde avuçta bir kuruş yok, neyle evleneceğiz? Evlen evlen demesi kolay. O kadar istiyorsan verirsin tarağı, satar evleniriz.”
Hımlaya hımlaya düşündükten sonra “ e, iyi madem” dedi gönülsüz. Hemen aklıma Betül’ün annesi geldi. Kadının içi o zaman nasıl yandıysa ninemin yüzünden, ninemin de şimdi öyle yanıyordu, kesin. Eh, etme bulma dünyası bu dünya. Öteye fazla hesap kalmıyor. Bana bakın, anlarsınız.
Daha fazla bu işkenceye dayanamayıp ‘ne olacaksa olsun artık’ deyip Betül’e gittim. Kapıyı açar açmaz boynuma atladı canım.
“Nerelerdeydin? Öldüm meraktan? Başına bir şey mi geldi dedim. Yoksa hasta mı?”
“Hastaydım güzelim. Tamamen iyileşmeden gelmek istemedim, sana da geçirmeyeyim diye.”
“Bari bir telefon etseydin be aşkım!”
“Ateşler içinde yatarken mi?”
“Oooo! Oooo! Kıyamaaaam!”
O gün, sevişirken neler hissettiğimi anlatamam.... Allah düşmanıma vermesin.
Sigaralarımızı içtikten sonra “daha tam iyileşememişim demek ki. Yoruldum. Biraz kestirelim mi?” dedim.
“Olur” dedi mayışık mayışık. “Ben de seni düşünmekten doğru dürüst uyuyamadım kaç gecedir.”
Hemencecik de daldı gitti canım. Bir süre onu seyrettim. Gözyaşlarıma engel olamıyordum. Kendimi bıraksam bağıra böğüre ağlayacak kadar üzgün, yıkılmış, perişandım. Usulcacık yataktan sıyrıldım. Üstümü başımı toplayıp pantolonumun cebindeki bir çift antika tarağı aynanın önüne bıraktım. Uyanmasından korktuğumdan sevdiğimi son bir kez öpemeden odadan ve evden bir daha hiç gelmemek üzere çıktım.
Sarayburnu, tüm melekler, tüm âşıklar, annemin ruhu o gece benim için ağladılar, eminim.
Oooof! Of!
Şimdi nerede miyim? Hamamda. Yarın nikahım var, Filizle. Sizi de davet etmem gerekir, biliyorum ama ne olur kusura bakmayın; hiç içimden gelmiyor. Mutlu değilim ki!
Ah, sağolun. İyi dilekleriniz için çok sağolun. Evet, öyle derler. Göreceğiz bakalım, nikahta keramet mi var, felaket mi, göreceğiz.
Nerede kaldı bu tellak? Haydar Efendiiii! Haydar Efendiii! Hadisene ya!
Haydar Efendi, beni öyle bir kesele ki, ufalanıp ufalanıp yerlere döküleyim. Akıp gideyim göbek taşından, karışayım boklara. Öyle pislik herifim ben Haydar Efendi! Öyle boktan! Ha gayret! Yok et beni, Haydar Efendi! Yarını yaşatma bana, yok et! Yalvarırım Haydar Efendi, n’olur yok et!
Allah kahretsin! Yok etsene be adam!
Ha? Ne? Ruhuma kese atamaz mısın?
Beceriksiz herif!