www.igdirlim.org


Join the forum, it's quick and easy

www.igdirlim.org
www.igdirlim.org
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
www.igdirlim.org
Arama
 
 

Sonuç :
 


Rechercher çıkıntı araştırma

En son konular
» KAR YAĞIYOR -
hayatin içinden dokuzuncu kisim I_icon_minitimeSalı Mayıs 14 2013, 18:08 tarafından tutku.

» YİNE SANA DAİR - NAZIM HİKMET
hayatin içinden dokuzuncu kisim I_icon_minitimeSalı Mayıs 14 2013, 17:54 tarafından tutku.

» firari bir sevda
hayatin içinden dokuzuncu kisim I_icon_minitimePaz Mart 10 2013, 00:43 tarafından tutku.

» sığdıramam kitaplara
hayatin içinden dokuzuncu kisim I_icon_minitimePaz Mart 10 2013, 00:36 tarafından tutku.

» Hâlâ ...
hayatin içinden dokuzuncu kisim I_icon_minitimePaz Mart 10 2013, 00:27 tarafından tutku.

» Mâna ...
hayatin içinden dokuzuncu kisim I_icon_minitimeCuma Ocak 11 2013, 23:54 tarafından tutku.

» Sus Özlemim
hayatin içinden dokuzuncu kisim I_icon_minitimeCuma Ocak 11 2013, 23:50 tarafından tutku.

» Rüya ...
hayatin içinden dokuzuncu kisim I_icon_minitimeÇarş. Ekim 24 2012, 09:01 tarafından tutku.

» Saat ...
hayatin içinden dokuzuncu kisim I_icon_minitimeÇarş. Ekim 24 2012, 08:46 tarafından tutku.

Sosyal yer imi
Sosyal yer imi reddit      

Sosyal bookmarking sitesinde Dostluğa dair herşey.. adresi saklayın ve paylaşın

Sosyal bookmarking sitesinde www.igdirlim.org adresi saklayın ve paylaşın


Bağlı değilsiniz. Bağlanın ya da kayıt olun

hayatin içinden dokuzuncu kisim

Aşağa gitmek  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

1hayatin içinden dokuzuncu kisim Empty hayatin içinden dokuzuncu kisim Perş. Haz. 25 2009, 22:00

tutku

tutku

Kafelerin olduğu en üst kata çıktığımda Yılmaz’ı önce göremedim. Nasıl görebilirdim ki? Tüm kat, kafeydi. Düşünsenize, göz alabildiğince hatta alamadığınca masalar ve insanlar; gel de ha deyince aradığını bul bulabilirsen! Bari dedim, şöyle bir tur atayım. Biraz ilerleyince kafaların arasından iki elin yükselip evrilip çevrildiğini gördüm. “Tamam” dedim kendi kendime, “böyle spastik hareketleri yapsa yapsa Yılmaz yapar.” O tarafa doğru seğirttiğimde yanılmadığımı anladım çünkü suç ortağım, ağzı kulaklarında sırtarıp dururken oturduğu, o katın en son değilse de sona yakın masalarından birinden elini kolunu sallayıp duruyordu hâlâ. Ben sandalyeyi çekerken, “ nerede kaldın be oğlum?” diye sordu. “Enselendin sandım.”
“Sandın da ne demeye gelip bakmadın?” diye çıkıştım haklı olarak. Ne de olsa dava (yakalanırsak tabii) arkadaşıydık. Güldü. “Bak bakayım, alnımda geri zekâlı yazıyor mu? Gelip de ne yapacaktım yani? ‘Aman memur beyler, eksik iş yapmanıza gönlüm elvermiyor; beni de alın’ mı diyecektim? Amma safsın be Selim!”
Saf mıyım sahiden?
Kâğıt cola bardağını önüme sürerken “sana da aldım” dedi sanki mal bağışlıyormuş gibi. Teşekkür edip ilk yudumu aldıktan sonra, “nasıl yaptın, anlatsana” diye sordum kimse duymasın diye masanın üstünden öne eğilip fısıldayarak.
Sandalyesinde kaykılarak “Çok basit” dedi. Bu halini ahvalini gören de, büyük bir ihaleyi almış iş adamı da, makam koltuğunda oturmuş ukalaca tevazu gösteriyor zanneder.
- Basit masit, sen anlat. Merak ediyorum.
Aslına dönerek sandalyesini bana doğru yaklaştırdı, yana yöreye bir göz attı ve başladı anlatmaya:
- Yav, aslında otobüste icraat eylemek gibi bir niyetim yoktu. Ben burada halletmeyi planlamıştım ama baktım ki ortam müsait, herkes yakın temasta; nasıl olsa değil çantayı almak üstlerine çıksam anlamayacak durumdalar, kısmetimizde ne varsa deyip giriştim işe.
- Ya uyansalardı be oğlum!
- Mümkünatı yoktu. Ben deli miyim? Azıcık şüphem olsa yapar mıydım sanıyorsun?
- Eee? Sonra?
- Sonra, kararı verdikten sonra iş kurbanı seçmeye kalmıştı. Otobüsün ta öbür ucundakilerle işim olmazdı tabii.
- Neden? Belki arkalarda daha ballısını bulabilirdin. Giyiminden, kuşamından belli olurdu.
- Oğlum, öyle üstten baştan artık anlaşılmıyor; o eskidendi. En klas kıyafetin aynısını Terkos Pasajı’nda ya da Ulus Pazarı’nda bulabiliyorsun.
- Vay be! Neler de bilirmiş, neler!
- Tabii oğlum. Buna genel kültür diyorlar.
- Hadi be! Yine de engin kültürün ucuza gitti diyorum, arkadaş.
- Pahalıya ödemekten iyidir. Hem otobüsün öte ucunda ballısını aradım, buldum diyelim. Çaktırmadan icraatı da eyledim, meselâ. E, seni ne yapacaktım?
- Ne demek, ne yapacaktım? Ekecek değildin herhalde.
- Yakalanma riskini göze alarak milleti itiştire kakıştıra yanına gelip haber verecek de değildim herhalde. İlk durakta en yakın kapıdan kendimi otobüsten atacaktım haliyle. Sen de bir bakacaktın; ben yokum. Haydaaa, panik içinde otobüsü arayacaktın. Millet kıllanacaktı, kıllanınca da kurban, kurban olduğunu anlayacak, çığlığı basacaktı. Hadi bakalım, otobüsün kapıları karakolda açılmak üzere kapanacak, memur beylerle söyleşi sırasında da abilerim senden gıcık kapacaklardı. E, haliyle özel görüşmeler yapmak üzere kral dairesini açıp seni bir güzel ağırlayacaklardı. O kadar izzet-i ikramdan sonra da, eşek değilsin ya, altında kalmamak için tabii, hayat hikâyeni anlatacaktın. Döküldükçe dökülecektin, döküldükçe dökülecektin; sonra da bizi yerlerden toplayacaklardı.
- Ba ba baaa! Oğlum, sen senaryo yazsana!
- Yalan mı? Öyle olacaktı. Ben ileri görüşlü bir delikanlı arkadaşın olarak bütün bunları önledim işte. Yat, kalk da bana şükret!
- Tapınayım istersen!
- Yok, deve! O kadar da değil, ama bana çok şey borçlusun; kabul et. Bir kere, sen hiçbir şey yapmadın.
- Doğru diyorsun ama haberim bile olmadı ki; nasıl, ne yapayım? Zaten kendimi önümdeki kızın işkence âleti gibi olan saçlarından sakınmaya çalışmaktan bir hâl oldum. Neyse, sadede gel; kimi çarptın?
- Senin işkencecinin arkadaşını.
- Ne! Hem de burnumun dibinde ha? Peki ben neden görmedim?
- Oğlum, marifet, bu tür eylemleri çaktırmadan yapmak. İyi ki görmedin. Görseydin, heyecanlanıp belli ederdin.
- Yok ya! Ben salak mıyım!
- Eveeet!
- Halt etmişsin sen onu! Ya, aklım almıyor; nasıl becerdin be oğlum? Bel çantası kullanın diye akıl verip duruyorlar ya; en sağlamı oymuş, kapılamazmış.
- Normal şartlarda evet ama biliyorsun, hepimiz birbirimize çarpıp, sürtünüp duruyorduk. Hani, şoförün o en son yaptığı sıkı fren var ya, işte o sırada zaten şartlar iyice anormalleşmiş, zorunlu olarak kızın üstüne çıkmıştım. Aslında kötü bir niyetim yoktu inan ki... Düşmesin diye kızı tutayım dedim, elime çantanın klipsi geldi. Ben de basıverdim iki yandan, fırt diye açıldı. Ben ne yapayım yani? Çantayı hemen gömleğimin altına tıkıp yer değiştirdim, senin arkana geçtim. Herkes kendi derdine düşüp dengede kalmaya çalıştığından olanı biteni fark eden olmamıştı ama acilen mekanı terk etmemiz gerekiyordu. Onun için ilk durakta indik.
- Vay be! Ne macera! Peki, neden kurban olarak onu seçtin ki? Rastgele mi?
- Olur mu rastgele? Bir kere, tırnakları manikürlüydü. Bir de saçları yeni moda, yamalı yamalı boyalı ve fönlüydü. Kıyafet ucuzcudan alınma ya da eskiden kalma olabilir ama cebinde tiko paran yoksa saç, baş, tırnak, mırnak yaptıramazsın oğlum.
- Yani zorunlu olduğundan değil, bilerek çıktın kızın üstüne. Peki, kız ne yaptı? ‘Höst ayı!’ filân demedi mi?
- O hengâmede anlamadı bile. Zaten görmesin diye arkasına geçmiştim. Kafayı çalıştırıcan oğlum!
- İyi de eksik çalıştırmışsın.
- Nedenmiş o?
- E, kuaföre ödediği parayı hesaba katmamışsın da ondan. Bize de kala kala ellibeşermilyoncuk kalır işte böyle.
- Ne bileyim, o an düşünemedim nedense. Aman yav, boşver. Hadi olanı kutlayalım.
Kâğıt bardaklarımızı bu yasadışı sefil başarımızın şerefine tokuşturup kolalarımızı içerken, “eh, paraları nasıl bölüştürdüğünü sormanın, gerçeği söyletmenin zamanı geldi” diye düşündüm. Tam ağzımı açıp, çantadan gerçekte kaç para çıktığını sormaya hazırlanıyordum ki, Yılmaz’ın, arkamda bir yere, gözleri yuvalarından fırlamış halde baktığını gördüm. İnanmazsınız, o anda metabolizmam sebze çorbasına döndü. “Tamam, şimdi kelepçelenip götürüleceğiz.” dedim kendi kendime. Yakalandığına mı yanarsın, bu kadar insana rezil olduğuna mı, televizyonlara çıkacağına mı, bütün bunların ellibeş milyon için başına geldiğine mi, nineme mi; hangi birine Allah’ım! Hangi birine! Korkudan karnım burum burum buruluyordu. Gözlerimi kapatıp enseme bir elin yapışmasını bekledim. Resmen havale geçiriyordum, midem bulanıyordu, iç organlarım bile zangır zangır titriyordu, ter içindeydim. O kadar kötü olmuştum ki, artık ne olacaksa bir an evvel olsun diyordum, ölecek gibiydim ama ne gelen vardı, ne giden. Korka korka tek gözümü araladım. Yılmaz, son gördüğüm haliyle sanki donmuş gibi duruyordu karşımda.
- Yılmaz....... Şşşşt! Yılmaz!
Yılmaz, kendine gelir gibi olup aval aval suratıma baktı.
- N’oldu? Söylesene, n’oldu?
Yüzünü saklamaya çalışarak “geldiler” dedi.
“ Kim, kimler geldiler?” diye sordum yüreğim ağzımda. “Polisler, değil mi?”
Şaşkın şaşkın yüzüme bakarak “ne polisi?” dedi. “Kızlar geldi, kızlar! Çarptığımız kızlar! Hadi, tüyüyoruz!”
Birden bütün hastalık belirtilerim bıçakla kesilmiş gibi bitiverdi; yeniden doğmuş gibi oldum. Bir rahatladım, bir rahatladım ki; anlatamam. “İyi de, niye tüyüyoruz? Bizi tanımıyorlar ki!” dedim, “boşver, kırk yılda bir geldik şuraya, oturalım.” Aslında, oturmaya hiç de meraklı değildim; benim derdim başkaydı.
“Olmaz, olmaz, gidelim” dedi Yılmaz endişeyle, “otobüsteyken kızla gözgöze gelmiştik; şimdi görürse hatırlar.”
“Allah kahretsin seni!” diye çıkıştım; “kesmeye kalktığın kızı mı çarptın! Tü sana! Rezil herif!”
“Yok yav! Ne kesmesi! Ay, yazık be! Bak, nasıl ağlıyor.”
Hafif yan dönüp bir baktım ki, o ne; bir dünya güzeli! O titreyen gül dudaklar, o ırmak olup çağıl çağıl çağıldayan yemyeşil gözler, o saçlar, o endam; Allah Allah! Fotoğrafında da güzeldi ya aslı başka türlü bir şey yahu!
“Dön önüne, dön! Bak dediysek, öküz gibi gözlerini dik demedik! Zorla enseleteceksin bizi!”
“Ben kalıyorum” dedim üstüste yutkunarak. “Nasıl olsa benimle göz göze gelmedi, tanımaz.”
“Saçmalama be oğlum, ya baktıysa, ya tanırsa.... Hem ne demeye kalıyorsun ki?”
“Niye kalmayayım ki? Tanırsa tanısın! Çantadaki paraların seri numaraları poliste kayıtlı mı ki korkuyorsun? Özel eşyası yok ki üstümüzde... Yoksa... yoksa... var mı?”
Dik dik yüzüme bakarak, “Ne vardı ki, ne olsun? Hayret bi şeysin ha!” diye diklendi.
“Bak, doğruyu konuş Yılmaz.”
“Adamı sinir etme de kaldır kıçını, gidiyoruz.”
“Ben gelmiyorum. Gelmişken biraz daha takılayım diyorum. Tamam, kızlara yüzümü göstermeyeceğim; yemin sana, için rahat olsun. Sen de acele etsen fena olmayacak; biraz daha oyalanırsan eczaneler kapanacak, haberin olsun.”
“Allah! Annemin ilâçları!” diyerek eyvallah bile demeden acele adımlarla gitti sevgili suç ortağım.

Sayfa başına dön  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz