www.igdirlim.org


Join the forum, it's quick and easy

www.igdirlim.org
www.igdirlim.org
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
www.igdirlim.org
Arama
 
 

Sonuç :
 


Rechercher çıkıntı araştırma

En son konular
» KAR YAĞIYOR -
hayatin içinden onuncu kisim I_icon_minitimeSalı Mayıs 14 2013, 18:08 tarafından tutku.

» YİNE SANA DAİR - NAZIM HİKMET
hayatin içinden onuncu kisim I_icon_minitimeSalı Mayıs 14 2013, 17:54 tarafından tutku.

» firari bir sevda
hayatin içinden onuncu kisim I_icon_minitimePaz Mart 10 2013, 00:43 tarafından tutku.

» sığdıramam kitaplara
hayatin içinden onuncu kisim I_icon_minitimePaz Mart 10 2013, 00:36 tarafından tutku.

» Hâlâ ...
hayatin içinden onuncu kisim I_icon_minitimePaz Mart 10 2013, 00:27 tarafından tutku.

» Mâna ...
hayatin içinden onuncu kisim I_icon_minitimeCuma Ocak 11 2013, 23:54 tarafından tutku.

» Sus Özlemim
hayatin içinden onuncu kisim I_icon_minitimeCuma Ocak 11 2013, 23:50 tarafından tutku.

» Rüya ...
hayatin içinden onuncu kisim I_icon_minitimeÇarş. Ekim 24 2012, 09:01 tarafından tutku.

» Saat ...
hayatin içinden onuncu kisim I_icon_minitimeÇarş. Ekim 24 2012, 08:46 tarafından tutku.

Sosyal yer imi
Sosyal yer imi reddit      

Sosyal bookmarking sitesinde Dostluğa dair herşey.. adresi saklayın ve paylaşın

Sosyal bookmarking sitesinde www.igdirlim.org adresi saklayın ve paylaşın


Bağlı değilsiniz. Bağlanın ya da kayıt olun

hayatin içinden onuncu kisim

Aşağa gitmek  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

1hayatin içinden onuncu kisim Empty hayatin içinden onuncu kisim Perş. Haz. 25 2009, 22:01

tutku

tutku

Masada bir başıma kalınca bir garip oldum. Hani, sinemaya gidersiniz, acayip hızlı bir aksiyon filmini soluksuz, ya da sizi canevinizden vuran bir aşk filmini gözyaşları içinde salya sümük izlersiniz de film bitince bir süre koltukta kalakalırsınız, hemen kalkamazsınız ya, öyle bir şey hissettim. Gün boyu yaşadıklarım da film gibiydi ve Yılmaz’ın gidişiyle bitmişti sanki. Şimdi ne yapacaktım? Her şeyi göze alıp bu aklımı başımdan alan dünyanın gelmiş geçmiş en güzel kurbanının peşine mi düşecektim yoksa tuvalete bir ziyaret daha mı gerçekleştirecektim? Her ne kadar birinci şık daha cazipse de aklımı dinleyerek ikinciyi seçtim ve kolamı fondipleyip masadan kalktım. Kızların görüş açısına girmeden oradan nasıl sıvışacağımı hesaplamak üzere arkamı döndüğümde onların, oturdukları masanın üstünde horon tepsem bile farkına varmayacak kadar kendi dertlerine daldıklarını görünce yüreğime sular serpildi. Gayet sakin bir şekilde yanlarından geçerken işkencecinin arkadaşının ağlayarak “diğerleri umurumda değil vallahi, ama o rahmetliden yadigâr” dediğini duydum. Rahmetli, kim ola ki?

Tuvalete girdiğimde doğruca soldan üçüncü kapıya gittim fakat doluydu; beklemeye başladım. O sırada saçını taramakta olan genç, “yanındaki boş” dedi, “az önce ben çıktım, giren de olmadı.”. Bir an ne diyeceğimi bilemedim. “Yok, olmaz; ben ille de buraya sıçacağım” diyemezdim. Deli damgası yiyip dikkati çekmek istemiyordum. Gülümseyerek teşekkür ettim ve gösterdiği kapıdan girdim. Ayakta dikilip dururken dışarıyı dinliyordum. Yanımdakinin sifonu kullandığını duydum. Biraz sonra da çıktığını. Az bir şey bekleyip ben de çıktım. Malûm tuvaletten çıkan koca göbekliyle aynada gözgöze geldik. Adam, tebessüm etti, ben de. İyi günler dileyerek dışarı çıkar çıkmaz, onun çıktığı yere daldım. Hemen çöp kutusunu açtım ve.... ve beynimden vurulmuşa döndüm. Yoktu, çanta yoktu! Üstelik çöp kutusu da hepi topu yarısına kadar doluydu. Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Ya, ben yukarıda lak lak ederken çöp kutularını boşaltmışlardı ya da Yılmaz, şu özel eşya muhabbetinden huylanmış, gelip çantayı almıştı. Ne yapacağımı bilemez halde bir süre içeride kaldım. Ne yapabilirdim ki? Hiç! Hiç! Hiç! Çaresiz kabinden çıkıp tekrar lavaboya doğru yürüdüm. Her yanımdan ateşler fışkırıyordu sanki. Aynada yüzüme baktım, aksime okkalı bir tükürük fırlattım. Nasıl olsa ortada kimseler yoktu. “Senin kafana edeyim, e mi!” dedim suratıma , “geri zekâlı! İşine yarayacakları koysaydın bari cebine!”. Ben böyle aynadaki bana verip veriştirirken bir adamın soldan üçüncü tuvalet kabininden çıktığını gördüm. İlk an sadece adamın aynadaki görüntüsüne takıldım ve kendime salak salak sordum; “şimdi ben oradan çıktım, bu adam ne ara girdi?” Bir anda jetonum beynimi yırtarak düştü. Birden arkamı dönüp kapıları saydım ve yumruğumu bütün gücümle kafama vurarak bağırdım; “Küt kafa! Küt kafa! Küt kafa!”. Adam şaşkın şaşkın bana baktı, başını üzüntüyle iki yana sallayarak dışarı çıktı. Ben hâlâ nasıl bu geri zekâlılığı yaptığıma, daha önce kapıları aynadan bakarak saydığımı ve tersten saymam gerektiğini nasıl düşünemediğime akıl erdiremiyor, kafama vurup duruyordum. Sağdan üçüncü kapıya yani az önce adamın çıktığı kapıya yani geldiğimde bir gencin “orası boş” dediği ve benim de mecburen girip kırk saat ayakta dikilip durduğum kapıya, sonra da çöp kutusuna atıldım. Evet! İşte, oradaydı! En üstte duran kağıtları dikkatlice kenara çektim, çantayı çıkartıp klozetin üstüne koydum. Sardığım tuvalet kâğıtlarını açtım, tekrar kutuya doldurdum. Buraya kadar iyiydi hoştu ya çantayı buradan nasıl çıkartacaktım? İçindekileri alıp çantayı bırakabilirdim ama bunu yapmak istemiyordum. E, omzuma asıp yürüyüp gidemezdim de. Tek çare kalıyordu, Yılmaz’ın yaptığı gibi gömleğin altında gizlemek. Çantayı belime takıp gömleği üstüne çıkarttım ama ne yalan söyleyeyim, midem de kalkmıştı. Ne kadar sarıp sarmalamış da olsam pis yerden almıştım. Düşünmemeye çalışarak yine lavaboya yöneldim, şartlanırcasına elimi, kolumu, yüzümü, boynumu velhasıl açıkta kalan her yanımı bir güzel yıkadım. Artık kendimi İstanbul sokaklarına atabilirdim.

Taksim’e geldiğimde gerginliğimi üzerimden atmış hatta son zamanlarda hiç olmadığım kadar keyiflenmiştim bile. Doğru büfelerden birine girip nineme yarım ekmek içine döner (öğleyin yerken ninem aklıma gelmiş, üzülmüştüm) kendime de hamburger aldım, poşete iki de ayran koydurtup evin yolunu tuttum.
Ufacık tefeciğim daha ayak sesimi duyar duymaz bağırmaya başladı; “nerede kaldın itin dölü! Biran önce öleyim diye yapıyorsun di mi, soysuz! Sana inat ölmicem işte, ölmiceeem!”
“Bağıracağım diye yorma kendini böyle güzelim” dedim şefkatle, “bak, sana neler aldım.”.
Poşeti kucağına koyup açtım, dönerli ekmeği uzattım, “afiyet olsun, yarasın.” dedim büyük bir keyif ve hazla. Önce gözlerine inanamadı, uzun uzun baktı, kokladı, bir daha bir daha kokladı, tekrar baktı ve annesinden gizli muzur bir şey yiyen çocuğun heyecanı ve iştahıyla hapur hupur yemeğe koyuldu. Dolan gözlerimi görmesini istemiyordum; kalkıp odama gittim. Çantayı belimden çıkartıp yorganın altına sakladım, boşalıp güldür güldür akmaya hazırlanan gözyaşlarımı dizginledim ve ninemin yanına döndüm ki bir de ne göreyim; yangından mal kaçırır gibi hızlı hızlı yiyince tıkanmış, nefes alamıyor; garip garip sesler çıkartırken bir yandan da titreyen elleriyle ayranı açmaya çalışıyor. Hemen açıp verdim; döke saça içmeye çalışırken soluklanmaya çabalıyor, arada bir gaz çıkartıyor, geğiriyordu. Sırtına vururken, “al işte” diye düşündüm, “haram parayla yenen yemek adamı işte böyle yapar! Kadın senin yüzünden ölüyor! Sen öldürüyorsun! Katil! Katil!”
Derken ninem birden derin bir soluk aldı ve daha nefesini vermeden bağırmaya başladı; ”Yavaş ulan, yavaş! Ciğerlerimi dökecektin! Kırk yılda bir, bir lokma et getirdin, gözün kaldı değil mi, soyu boklu kanı bozuk it! Ölüyordum senin yüzünden!”
Onu çok sevdiğime ve her zaman iyi olmasını istediğime inandırmaya çalışırken hamburgerimin bir kısmını yedim. Bir kısmını diyorum çünkü diğer kısmına ufacık tefeciğim el koymuştu. Karnı tıka basa doyup bir de üstüne ayranın kalanını da içince önce mayıştı ve ardından da hemen uyudu. Sabunlu bezle usulcacık ağzını, ellerini sildim, çöpleri toparlayıp dışarı koydum. Artık odama geçebilirdim.

Çantayı yorganın altından çıkartıp tersyüz ederek içindekileri yatağın üstüne boca ettim, ellerim titreyerek cüzdanı boşalttım. Fermuarlı cepteki ikâmetgah senedini çıkarttıktan sonra elimde tuttuğum halde gerçek olduğuna bir türlü inanamadığım o parıldayan nesneyi ortaya koydum, diğerlerini çevresine eşit uzaklıkta daire yapacak şekilde özene bezene dizdim; bir paket sigara, bir çakmak, iki anahtar takılı anahtarlık, kredi kartı, tarafımdan boşaltılmış cüzdan, muska, kimlik kartı, üzerinde telefon numaraları yazılı üç kâğıt parçası. Güneş gibi olmuştu. Ortadaki şey, Betüldü sanki ve bendeki önemini biliyormuş gibi sarı, yeşil, kırmızı ışıklar saçıyor, ruhumu aydınlatıyordu. Yeşil, gözleriydi; kırmızı, dudakları. Sarı, saçlarıydı; daha bugün kuaförde gökkuşağına döndürdüğü saçları. Karşımda o renklerin sahibi güzeller güzeli kız duruyor ve bana küskün küskün bakıyordu. “Neden?” diye soruyordu gözleriyle, “neden? Onu bana geri ver. Lütfen, onu bana getir. Yalvarırım, lütfen.”

Sayfa başına dön  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz